Sporcularda şiddet davranışlarının nedenleri; genetik ve biyolojik unsurlar, insan doğasından kaynaklı agresif-saldırgan dürtüler, kimlik ve kişilik inşasını oluşturan ailevi ve toplumsal etkenler şeklinde özetlenebilir.

Biyolojik unsurlardan üzerinde en çok kanıt bulunan ve araştırma yapılan unsur, erkeklik hormonu olarak bilinen testosterondur. Bu hormon erkeklerde kas dokusundan, cinselliğe ve doğurganlığa, zihin işleyişinden şiddet davranışına kadar pek çok alanda etki göstermektedir. Yapılan çalışmalarda şiddete yatkın olan sporcuların testosteron düzeyleri daha yüksek bulunmaktadır. Bu durum sadece erkek sporculara özgü değildir. Beslenme ve özel tekniklerle östrojen hormonlarını düşüren veya dışarıdan testosteron takviyesi alan kadın sporcularda da yine şiddet davranışlarının sık olduğunu söyleyebiliriz.

Bir diğer şiddet nedeni temel dürtülerimizdir, kişinin içgüdüsel olarak hissettiği ve doğduğumuz andan itibaren taşıdığımız libidinal ve agresif yani saldırgan dürtülerimiz vardır. Ve bunlar hiçbir zaman bitip tükenmez, bir ömür devam eder. Bu nedenle insan var olduğu müddetçe şiddetin de var olacağını söyleyebiliriz. Bu bizi karamsarlığa ve çaresizliğe yönlendirmesin. Çünkü bu dürtüler bir nevi bizim yaşam enerjimizin kaynağıdır ve motivasyon unsurlarımızdır. Kültür,toplumsal ahlak, vicdan, yasak ve tabu gibi üst ben dediğimiz oluşumlar sayesinde , biliçdışı gelişimsel süreçte bu dürtülerimiz bir nevi eğilir, bükülür, yer değiştirilir, bir miktar baskılanır ve çevreye, topluma uyumlu hale getirilir. Kişi büyüdükçe olgunlaştıkça, bu dürtüleri nasıl ve ne şekilde dönüştüreceğini, olumlu, işlevsel, üretken ve yıkıcı olmadan bunlarla nasıl baş edeceğini anlamaya başlar. Özellikle sert sporlarla, mesela amerikan futbolu, güreş, boks, judo, karate gibi sert sporlara baktığımızda temelde agresif saldırgan dürtüleri görürüz. Fakat kişi bunu çıplak haliyle olduğu gibi ortaya koymamıştır da, içindeki bu şiddet yükünü, toplumun onaylayacağı bir alanda ve uygun miktara indirerek kabul edilir şekle getirmiştir. Üstelik bununla da aldığı başarı ve ödüllerle takdir edilmiştir. Yani temel dürtüden ziyade bununla ne ortaya koyduğumuz daha önemlidir.

Şiddetin kimlik ve kişilikle ilgili kısmına baktığımızda, özellikle küçük yaşlardan itibaren içinde bulunduğu sosyal ortam yani aile hayatı büyük önem taşımaktadır. Bireyin yetiştirilmesinde, kimlik oluşumunda yeterli, özgüvenli birey oluşturulamazsa, dış dünyanın taleplerini yeterince karşılayamamasından kaynaklı veya kendine zarar verici davranışlarından kaynaklı ötekilere güvensizlik ve saldırgan duygular geliştirebilir. Bu temel inanç yani kendisi dışındaki insanların tümüyle kötü olduğu düşüncesi kişiye şiddete yönlendirebilir. Aynı zamanda kendi eksiklik ve yetersizlik düşüncesi de yine bir diğerinin üstünde tahakküm kurularak giderilmeye çalışacağından şiddete zemin hazırlar.

Engellenme bir diğer önemli öfke ve şiddet faktörüdür. Her normal birey diğer insanın ilgi ve onayını, beğenisini almak ister. Yani bir nevi hepimiz sevilmek isteriz. Kendimizi ve davranışlarımızı da buna göre şekillendiririz. Yapmayı istediğimiz şeyler, çoğu zaman o şeyi yaparak çevremizdekilerin onayını ve sevgisini almak için yapılır. Bu nedenle istediğimiz ve arzuladığımız sonuca engel olacak her şey bizi o sevilme fantezilerimizden uzaklaştıracağı için öfkelenir ve bu durumu ortadan kaldırmak içinse şiddete yöneliriz. Ek olarak çevreden gelecek eleştiriler, kişiliği küçük düşürücü, hakaret gibi algılanırsa ki kimlik bütünlüğü tamamlanamamış kişilerde böyledir, kendi eksikliğini bir nevi yetersizliğini hatırlatacak, yine ulaşmak istediği biriciklik konumundan uzaklaşacağı algısı onu şiddete yönlendirecektir. Saha içinde, rakibin kendi pozisyonunu bozan, sayı yapmasına engel olan ve kazanmasına müsaade etmeyen davranışları, sporcuda engellenme algısı yaratarak sinirlenmesine ve kural dışı hareketlerde bulunmasına neden olabilir.

Bir diğer önemli etken sosyal öğrenme kuramlarıyla da açıklanan, kişinin içinde bulunduğu toplumun kurallarının kişi içinde bir kural olarak kabul edilmesidir. Onaylanma ve pekiştirenlerin rol almasıyla kişi doğru ve yanlışı toplum aracılığıyla öğrenir. İçinde bulunduğu ortam şiddet içeren ve bunun iyi, faydalı ve hatta gerekli gösterildiği bir ortamsa o kişinin şiddetten uzak kalmasını beklemek çok romantik bir yaklaşım olur. Bulunduğu takımda koçları ve hatta seyirciler tarafından “vur kır parçala bu maçı kazan” yönlendirmesi var ise veya kazanmak, galip gelmek için her şeyin mübah görüldüğü bir ortamda şiddetin daha kolay içselleştirileceğini söyleyebiliriz. Hakeme diklenmesi, karşı rakibe sert girmesi tribünler tarafından da alkışlarla teşvik edilen bir ortamda o sporcunun çok da şiddetten uzak kalamayacağını söyleyebiliriz. Aynı zamanda takımın önde gelen, örnek alınan veya daha popüler sporcularının şiddet davranışları, diğer sporcuları şiddete yönlendirilir. Özellikle genç sporcularda, onun gibi yaparsam bende başarılı veya popüler olurum inancı özellikle örnek alınan kişinin daha spektaküler davranışlarına yönlenir. Yani başarılı sporcunun idmanlarını çok iyi yapması değil de, sahada rakibi veya hakemle kavga etmesi daha çabuk örnek alınır.

Son olarak, öfkeye neden olabilecek sportif adalet anlayışının sarsılması ve kişisel çıkarları uğruna sporcu ve taraftarları olumsuz yönlendirebilecek, ötekini yok etme üzerine kurulu, nefret söyleminden beslenen yönetici ve medya davranışlarını unutmamak gerekir. Medyada kullanılan dilin şiddet içeriği ”ölüm maçı, gladyatörler, silah, top, tüfek vs.” , yapılan bir hatanın dünyanın en kötü olayı gibi gösterilmesi, saatlerce üstünde tartışılması, kaybedilen maçtan sonra topyekün o takımın değersizleştirilmesi, yok edilmesi, tüm geçmişinin karalanması, kişi üstünde büyük bir stres oluşturur. Kazandığınızda ulaşacağınız o kahramanlık ve krallık duygusun çekiciliği, hem de kaybettiğinizde düşeceğini o dipsiz çukurun kaygısı ve korkusu sizi her ne pahasına olursa olsun, bunun içinde şike teşvik ve dopingi de sayabileceğimiz şiddet sarmalının için sokar.

Tüm bu etkenler bize şiddet yaptırım ve sorumluluklarının bireysele indirgenemeyeceğini, sadece taraftar ya da sporcunun sırtına yüklenemeyeceğini, biyolojik ve sosyal boyutlarıyla toplumsal olarak şiddeti ele almamız gerektiğini göstermektedir.